Cem Yılmaz'ın etkisinde mi kalıyor? Komedi Dükkanı kimin fikri?
Sizi bilmem ama ben bu adama gerçekten bayılıyorum. Komedi Dükkanı’na ölüyorum. Anırarak filan gülüyorum.
Ve onun farklı bir komedyen olduğunu düşünüyorum. Çok kolay konuşan, bol keseden atan, ahkam kesen bir adam değil. Çok röportaja gelmiyor yani. Zaten ikna edinceye kadar canım çıktı. Ortaya da bu röportaj çıktı. Okuyun bakalım beğenecek misiniz?
Nasıl bir aile sizinki?
- Güzel, eğlenceli, kendi halinde...
Varlıklı mı, orta halli mi?
- Allah'a şükür...
Allah'a şükür ne?
- Orta halli...
Olay nerede geçiyor?
- Şöyle bir durum var bizde: Anne Ispartalı yani 32, baba Mersinli 33, biz İstanbul'da doğuyoruz 34. Bunun gereği tabii 35 İzmir'den kız alıp, 36 Kars'ta doğurmaktı... Yapamadık. İstanbul'da kaldık.
Star olmayı hayal ederek mi büyüdünüz?
- Estağfurullah...
Kendinizi göstermeye meraklı bir çocuk muydunuz?
- Evet. Oğlumda da var o. Herkes bana bakıyor galiba, duygusu. Hoşlanmıyormuş gibi yapıyor ama bir şey yapayım da herkes beni seyretsin istiyor. Ben de dersleri Hacivat ve Karagöz oynatıp kaynatırdım. Halbuki ne Hacivat ne Karagöz bilirdim, sadece isimlerini duymuştum. Yine de insanları güldürürdüm. Onlar güldükçe, daha da çok güldürmek isterdim.
Ne bu?
- Meselenin özüne çabuk geldiniz: Hastalık... Sevilme hastalığı!
Nasıl yani?
- Dünyada bizim mesleğe "Çok güzel para kazanılır" diye başlayan herhangi biri varsa, dişimi kırarım. Bunu yapayım ve insanlar beni sevsin... Temel dürtü budur. "Ne kadar güzel yapmışsın!" lafı hepimize gaz verir... Bütün her şey de hayatta işte bu gaz için yapılıyor.
Siz ilk "gaz"ınızı ne zaman aldınız?
- Orta 1'de. Oyunlar yazıyordum. Dünya şekeri bir Türkçe hocam vardı, Sevgi Şahin, Allah selamet versin, hálá hayatta, "Bu yazdıkların çok güzel, sen bunları oynasana!" dedi, aman Allah'ım birileri beni hayatta onaylamıştı, farkıma varmıştı. Resmen Sevgi Hoca'nın gazı, hayatıma yön verdi...
Anneniz ve babanız farkında değil miydi bu yeteneğinizin?
- Farkındalardı ama... Babam realist bir adam, mühendis, doktor ya da kendisi gibi avukat olmamı istiyordu. Ona, "Tam ne olmak istediğimi bilmiyorum, oyuncu gibi bir şey galiba" demem uygun düşmezdi. Annemse bana hep güvendi.
Annenize "İleride şunu şunu yapacağım" diyor muydunuz o zaman...
- Deli misin! Kimseye anlatamıyordum. Çünkü kepaze olmak da vardı işin sonunda. Babayı da zaten kaybetme durumundaydık. Bıçak açmıyordu ağzımı. Annem hálá bundan şikayetçidir. Ben hiçbir şeyimi anlatmam. Kafamdadır her şey. Bu tabii bir avantaj. Gerçekleştiremezsen, kafandakilerin ne olduğunu bilmedikleri için "yapamamış, becerememiş" olmayacaksın...
İyi de neydi hayalleriniz?
- Ben bugünü görüyordum. Taa ilkokul 5'te şu an bulunduğum yere geleceğimi biliyordum. Benim oğlum dese ki "Baba, günün birinde acayip bir uçak yapacağım, buradan Mars'a gideceğim!" "Hadi len, önce çorbanı iç" derim. Bir sürü şeye "Hadi len!" diyoruz. Dememek lazım, çünkü gerçekleşebiliyor. İnsanların tanıdığı, onayladığı ve sevdiği bir insan olmak istiyordum. Kısmen gerçekleşti.
Şöhret olmak mı kastettiğiniz...
- Tam değil. Ben alışık olduğunuz şöhretlerden değilim. Hálá Sabit Pazar'da alışveriş yapan tuhaf bir adamım, hangi şöhret Sabit Pazar'dan alışveriş yapar? Benim derdim bir şey yapıp insanlara seyrettirmek, "Aferin be! Acayip yaratıcı! Ne güzel bulmuşsun" dedirtmekti.
Başardınız...
- Estağfurullah.
Televizyonda yaptığımız şeyi biz aslında kardeşimle evde oynuyorduk ben 15 yaşımdaydım, o 9...
Tolga Çevik oluncaya kadar ne kadar çabaladınız, uğraştınız, tırmaladınız...
- Benim için uygun fiil sabretmek. Ben sabrettim.
Kaç sene?
- 12 sene. Sabretmek, bence hayattaki en büyük meziyetlerden biri. Boğa burcu olarak sabırlı bir adamım, herkes koşsun, bir yorulsun, dili dışarı çıksın, ben o zaman başlarım. Koşmam, yürüyerek geçerim onları...
Kaç yaşında siz bizim tanıdığımız Tolga Çevik oldunuz?
- Valla, nerede tanıdığınıza bağlı! 30 yaşında... 18 yaşından itibaren doğru zamanı bekledim.
Arada konservatuar sınavına girdiniz ama kazanamadınız...
- Evet.
Bu size tuhaf gelmiyor mu?
- Yooo. Çünkü hayat tuhaf. Bazıları da diyor ki "Bu adama niye gülüyorsunuz?" Bana gülmeyen de var. Bunların açıklaması yok.
Ben size bayılıyorum...
- Estağfurullah! Oyuna gelip gülmeyen var. Karı koca geliyorlar, adam gülüyor, karısı gülmüyor. Ve oyunun soruna doğru adam, karısını paylamaya başlıyor, "Baksana ne kadar komik, niye gülmüyorsun!" diye.
Komedi Dükkanı bence çok yaratıcı bir numara...
- Estağfurullah... Bu televizyonda yaptığımız şeyi biz aslında kardeşimle evde oynuyorduk. O 9 yaşındaydı, ben 15. Bizim hayatımız buydu. O yüzden "Ne zamandan beri sahnedesiniz?" sorusu biraz garip. Biz böyle büyüdük. Birbirimize bu şakaları hep yaptık. Normalimiz bu.
Konservatuvara sizi neden almadılar?
- E demek ki yeterli değildim. O zamanlar acayip bozulmuştum, "Torpil gerekiyormuş!" demiştim. Ama 10 sene sonra fark ettim ki, o sınavda kötü bir performans sergiledim, sebebi buydu...
Peki sonra gittiniz Amerika'da okudunuz...
- Evet, Amerika'da oyunculuk okudum, bölümümdeki tek yabancı öğrenciydim.
İngilizceniz nasıl?
- Clinton'dan bir tık aşağıda, yani Bush seviyesinde, işin puştluğu da orada! İngilizceyle bir derdim olmadı. Döndüm Küheylan diye bir oyunla başladım. Sonra... Sonra buradayız işte.
Bir arkadaşınızla başladınız Komedi Dükkanı'na, Salih Kalyon ve onu sattınız, basında öyle yazıldı çizildi...
- Ben ha. Ben mi sattım? O konuya hiç girmeyelim. Benim için durum şundan ibaret: Ben o tarihi hayatımdan siliyorum.
Ama parlayan siz oldunuz...
- Hayır efendim ben parlattım. Benim hakkım yendi.
Mütevazı olmak insanlığın raconu
Sizin farkınız ne?
- Zamanlama. İnsanların değişiklik istediği bir döneme denk geldim...
Bu işin raconu mu böyle alçakgönüllü konuşmak?
- Estağfurullah. Alçakgönüllü olmak insanlığın raconu. Senden üstün birileri varsa alçakgönüllü olacaksın. Yukarıda bizden üstün bir varlık var.
Bir sürü insan istemeden Cem Yılmaz'ın etkisinde kalıyor, onun vurgusuyla konuşuyor, onun esprilerini yapıyor, onun gibi gülüyor. Siz onun rüzgarına kapılmış gibi durmuyorsunuz...
- Bizi birbirimize mi düşüreceksin! Biz akrabayız. Girmeyelim bu konulara. Bu röportajı zaten birlikte okuyup güleceğiz...
Ona benzememeyi nasıl başarıyorsunuz?
- Kimse kimseye benzemiyor.
Olur mu, insanlar birbirlerinin etkisinde kalıyor...
- O benzemeyi istemekle ilgili bir şey. Ben kendim gibi olmaya çalışıyorum.
Niye gittiniz onun kız kardeşiyle evlendiniz?
- Bunun için özür dilemem gerekmiyor değil mi! Tanıştığımızda bu ortak paydadan haberim yoktu. Ben Özge'nin Cem'in kardeşi olduğunu bilmiyordum. Çok deli dolu bir kızla tanışmıştım, çok hoşuma gitmişti, öğrendiğimde iş işten geçmişti.
Şaşırmadınız mı?
- Şaşırmaz mıyım? Hem de nasıl. 6.5 milyar insan içinde ona denk gelmeme şaşırdım tabii. "Ulan" dedim "Nasıl olacak bu iş?" Ama düzeltilmez bir durumdu, aşk vardı ortada.
Sizin sülalede de herkes komik mi?
- Komedi yapabilmeniz için unsurlarının etrafınızda barınıyor olması lazım. Babam komedyenin Allah'ıdır. Tabii o öyle algılamıyor kendini. Onun hayata ciddi bakışı bile benim için ilham kaynağı. Her hafta Komedi Dükkanı için bana konu önerir. "Baba, biz son yarım saatte buluyoruz konuyu" diyorum, hálá "Oğlum bana güven, bir avukatla konuşuyorsun sen. Şu şu konuyu işleyin" diyor.
Gerçekten Komedi Dükkanı'nda her şey bizim izlediğimiz kadar eğlenceli mi? Seyirci gülüyor, siz gülüyorsunuz...
- Aynen. Biz de oynarken gülüyoruz. Ben zaten hayatımızdaki saçma anlaşmazlıklara gülerim. Komedi Dükkanı da biraz öyle bir şey.
Eşiniz Özge de geliyor mu?
- Yok nerede? İki çocuk var. 4 senede iki çocuk yaptık, kız 2.5, oğlan 3.5 yaşında.
Pardon ama aceleniz neydi?
- Bir an önce büyüyüp bizimle arkadaş olsunlar istedik. Pişman da değiliz. 2.5 yaşındaki kızım geçen gün "Baba ürperdim" dedi kahvaltıda, koptum.
Nerede oturuyorsunuz?
- Ethemefendi'de, kızkardeşim ve annem de Göztepe'de.
Avrupa yakası?
- Yok, denedik, ağzımızın payını aldık, geri geldik. Biz sosyetik hayatı yakalayamıyoruz. Bize gelmiyor. Geleneksel bir aileyiz, kandiller, bayramlar önemli, akrabaların birbirine yakın oturması önemli. Anadolu yakası bize daha uygun, daha rahat ediyoruz...
İnsanlar sizi sokakta görünce durduruyor mu?
- Sokağa çıktığım filan yok. Sokağa çıkmış halim, arabada bir yerden bir yere giderken. Zaten üç gün İstanbul dışındayız turnede, sonra Komedi Dükkanı, film, reklam...
Eve geldiğinizde yorgunluktan hemen devriliyor musunuz?
- Biraz öyle oluyor. Geçenlerde Özge fırça çekti, "Bu çocuklar seni istiyor!" dedi. Evet her şeyi çocuklar için yapıyoruz ama çocukların bizi gördüğü yok. Ama bizim meslek de muhasebecilik gibi bir şey değil. Her şeye birden yetişmeye çalışıyoruz. Zor. Özge'ye de üzülüyorum, balayı bile yapamadık daha, iki çocuğa bakıyor ve garibim 26 yaşına daha yeni girdi...
Komedi Dükkanı kimin fikriydi?
- Ben geliştirdim fikri. Benim formatım.
Bu kadar başarı elde edeceğini düşünüyor muydunuz?
- Estağfurullah.
Neden hep estağfurullah diyorsunuz?
- Bir sakıncası mı var? Estağfurullah, unutulmaya yüz tutmuş, şahane bir sözcük. Unutulmasın. Hem ben kendiyle övünen insanları sevmem.
Ayşe Arman/Hürriyet
Sizi bilmem ama ben bu adama gerçekten bayılıyorum. Komedi Dükkanı’na ölüyorum. Anırarak filan gülüyorum.
Ve onun farklı bir komedyen olduğunu düşünüyorum. Çok kolay konuşan, bol keseden atan, ahkam kesen bir adam değil. Çok röportaja gelmiyor yani. Zaten ikna edinceye kadar canım çıktı. Ortaya da bu röportaj çıktı. Okuyun bakalım beğenecek misiniz?
Nasıl bir aile sizinki?
- Güzel, eğlenceli, kendi halinde...
Varlıklı mı, orta halli mi?
- Allah'a şükür...
Allah'a şükür ne?
- Orta halli...
Olay nerede geçiyor?
- Şöyle bir durum var bizde: Anne Ispartalı yani 32, baba Mersinli 33, biz İstanbul'da doğuyoruz 34. Bunun gereği tabii 35 İzmir'den kız alıp, 36 Kars'ta doğurmaktı... Yapamadık. İstanbul'da kaldık.
Star olmayı hayal ederek mi büyüdünüz?
- Estağfurullah...
Kendinizi göstermeye meraklı bir çocuk muydunuz?
- Evet. Oğlumda da var o. Herkes bana bakıyor galiba, duygusu. Hoşlanmıyormuş gibi yapıyor ama bir şey yapayım da herkes beni seyretsin istiyor. Ben de dersleri Hacivat ve Karagöz oynatıp kaynatırdım. Halbuki ne Hacivat ne Karagöz bilirdim, sadece isimlerini duymuştum. Yine de insanları güldürürdüm. Onlar güldükçe, daha da çok güldürmek isterdim.
Ne bu?
- Meselenin özüne çabuk geldiniz: Hastalık... Sevilme hastalığı!
Nasıl yani?
- Dünyada bizim mesleğe "Çok güzel para kazanılır" diye başlayan herhangi biri varsa, dişimi kırarım. Bunu yapayım ve insanlar beni sevsin... Temel dürtü budur. "Ne kadar güzel yapmışsın!" lafı hepimize gaz verir... Bütün her şey de hayatta işte bu gaz için yapılıyor.
Siz ilk "gaz"ınızı ne zaman aldınız?
- Orta 1'de. Oyunlar yazıyordum. Dünya şekeri bir Türkçe hocam vardı, Sevgi Şahin, Allah selamet versin, hálá hayatta, "Bu yazdıkların çok güzel, sen bunları oynasana!" dedi, aman Allah'ım birileri beni hayatta onaylamıştı, farkıma varmıştı. Resmen Sevgi Hoca'nın gazı, hayatıma yön verdi...
Anneniz ve babanız farkında değil miydi bu yeteneğinizin?
- Farkındalardı ama... Babam realist bir adam, mühendis, doktor ya da kendisi gibi avukat olmamı istiyordu. Ona, "Tam ne olmak istediğimi bilmiyorum, oyuncu gibi bir şey galiba" demem uygun düşmezdi. Annemse bana hep güvendi.
Annenize "İleride şunu şunu yapacağım" diyor muydunuz o zaman...
- Deli misin! Kimseye anlatamıyordum. Çünkü kepaze olmak da vardı işin sonunda. Babayı da zaten kaybetme durumundaydık. Bıçak açmıyordu ağzımı. Annem hálá bundan şikayetçidir. Ben hiçbir şeyimi anlatmam. Kafamdadır her şey. Bu tabii bir avantaj. Gerçekleştiremezsen, kafandakilerin ne olduğunu bilmedikleri için "yapamamış, becerememiş" olmayacaksın...
İyi de neydi hayalleriniz?
- Ben bugünü görüyordum. Taa ilkokul 5'te şu an bulunduğum yere geleceğimi biliyordum. Benim oğlum dese ki "Baba, günün birinde acayip bir uçak yapacağım, buradan Mars'a gideceğim!" "Hadi len, önce çorbanı iç" derim. Bir sürü şeye "Hadi len!" diyoruz. Dememek lazım, çünkü gerçekleşebiliyor. İnsanların tanıdığı, onayladığı ve sevdiği bir insan olmak istiyordum. Kısmen gerçekleşti.
Şöhret olmak mı kastettiğiniz...
- Tam değil. Ben alışık olduğunuz şöhretlerden değilim. Hálá Sabit Pazar'da alışveriş yapan tuhaf bir adamım, hangi şöhret Sabit Pazar'dan alışveriş yapar? Benim derdim bir şey yapıp insanlara seyrettirmek, "Aferin be! Acayip yaratıcı! Ne güzel bulmuşsun" dedirtmekti.
Başardınız...
- Estağfurullah.
Televizyonda yaptığımız şeyi biz aslında kardeşimle evde oynuyorduk ben 15 yaşımdaydım, o 9...
Tolga Çevik oluncaya kadar ne kadar çabaladınız, uğraştınız, tırmaladınız...
- Benim için uygun fiil sabretmek. Ben sabrettim.
Kaç sene?
- 12 sene. Sabretmek, bence hayattaki en büyük meziyetlerden biri. Boğa burcu olarak sabırlı bir adamım, herkes koşsun, bir yorulsun, dili dışarı çıksın, ben o zaman başlarım. Koşmam, yürüyerek geçerim onları...
Kaç yaşında siz bizim tanıdığımız Tolga Çevik oldunuz?
- Valla, nerede tanıdığınıza bağlı! 30 yaşında... 18 yaşından itibaren doğru zamanı bekledim.
Arada konservatuar sınavına girdiniz ama kazanamadınız...
- Evet.
Bu size tuhaf gelmiyor mu?
- Yooo. Çünkü hayat tuhaf. Bazıları da diyor ki "Bu adama niye gülüyorsunuz?" Bana gülmeyen de var. Bunların açıklaması yok.
Ben size bayılıyorum...
- Estağfurullah! Oyuna gelip gülmeyen var. Karı koca geliyorlar, adam gülüyor, karısı gülmüyor. Ve oyunun soruna doğru adam, karısını paylamaya başlıyor, "Baksana ne kadar komik, niye gülmüyorsun!" diye.
Komedi Dükkanı bence çok yaratıcı bir numara...
- Estağfurullah... Bu televizyonda yaptığımız şeyi biz aslında kardeşimle evde oynuyorduk. O 9 yaşındaydı, ben 15. Bizim hayatımız buydu. O yüzden "Ne zamandan beri sahnedesiniz?" sorusu biraz garip. Biz böyle büyüdük. Birbirimize bu şakaları hep yaptık. Normalimiz bu.
Konservatuvara sizi neden almadılar?
- E demek ki yeterli değildim. O zamanlar acayip bozulmuştum, "Torpil gerekiyormuş!" demiştim. Ama 10 sene sonra fark ettim ki, o sınavda kötü bir performans sergiledim, sebebi buydu...
Peki sonra gittiniz Amerika'da okudunuz...
- Evet, Amerika'da oyunculuk okudum, bölümümdeki tek yabancı öğrenciydim.
İngilizceniz nasıl?
- Clinton'dan bir tık aşağıda, yani Bush seviyesinde, işin puştluğu da orada! İngilizceyle bir derdim olmadı. Döndüm Küheylan diye bir oyunla başladım. Sonra... Sonra buradayız işte.
Bir arkadaşınızla başladınız Komedi Dükkanı'na, Salih Kalyon ve onu sattınız, basında öyle yazıldı çizildi...
- Ben ha. Ben mi sattım? O konuya hiç girmeyelim. Benim için durum şundan ibaret: Ben o tarihi hayatımdan siliyorum.
Ama parlayan siz oldunuz...
- Hayır efendim ben parlattım. Benim hakkım yendi.
Mütevazı olmak insanlığın raconu
Sizin farkınız ne?
- Zamanlama. İnsanların değişiklik istediği bir döneme denk geldim...
Bu işin raconu mu böyle alçakgönüllü konuşmak?
- Estağfurullah. Alçakgönüllü olmak insanlığın raconu. Senden üstün birileri varsa alçakgönüllü olacaksın. Yukarıda bizden üstün bir varlık var.
Bir sürü insan istemeden Cem Yılmaz'ın etkisinde kalıyor, onun vurgusuyla konuşuyor, onun esprilerini yapıyor, onun gibi gülüyor. Siz onun rüzgarına kapılmış gibi durmuyorsunuz...
- Bizi birbirimize mi düşüreceksin! Biz akrabayız. Girmeyelim bu konulara. Bu röportajı zaten birlikte okuyup güleceğiz...
Ona benzememeyi nasıl başarıyorsunuz?
- Kimse kimseye benzemiyor.
Olur mu, insanlar birbirlerinin etkisinde kalıyor...
- O benzemeyi istemekle ilgili bir şey. Ben kendim gibi olmaya çalışıyorum.
Niye gittiniz onun kız kardeşiyle evlendiniz?
- Bunun için özür dilemem gerekmiyor değil mi! Tanıştığımızda bu ortak paydadan haberim yoktu. Ben Özge'nin Cem'in kardeşi olduğunu bilmiyordum. Çok deli dolu bir kızla tanışmıştım, çok hoşuma gitmişti, öğrendiğimde iş işten geçmişti.
Şaşırmadınız mı?
- Şaşırmaz mıyım? Hem de nasıl. 6.5 milyar insan içinde ona denk gelmeme şaşırdım tabii. "Ulan" dedim "Nasıl olacak bu iş?" Ama düzeltilmez bir durumdu, aşk vardı ortada.
Sizin sülalede de herkes komik mi?
- Komedi yapabilmeniz için unsurlarının etrafınızda barınıyor olması lazım. Babam komedyenin Allah'ıdır. Tabii o öyle algılamıyor kendini. Onun hayata ciddi bakışı bile benim için ilham kaynağı. Her hafta Komedi Dükkanı için bana konu önerir. "Baba, biz son yarım saatte buluyoruz konuyu" diyorum, hálá "Oğlum bana güven, bir avukatla konuşuyorsun sen. Şu şu konuyu işleyin" diyor.
Gerçekten Komedi Dükkanı'nda her şey bizim izlediğimiz kadar eğlenceli mi? Seyirci gülüyor, siz gülüyorsunuz...
- Aynen. Biz de oynarken gülüyoruz. Ben zaten hayatımızdaki saçma anlaşmazlıklara gülerim. Komedi Dükkanı da biraz öyle bir şey.
Eşiniz Özge de geliyor mu?
- Yok nerede? İki çocuk var. 4 senede iki çocuk yaptık, kız 2.5, oğlan 3.5 yaşında.
Pardon ama aceleniz neydi?
- Bir an önce büyüyüp bizimle arkadaş olsunlar istedik. Pişman da değiliz. 2.5 yaşındaki kızım geçen gün "Baba ürperdim" dedi kahvaltıda, koptum.
Nerede oturuyorsunuz?
- Ethemefendi'de, kızkardeşim ve annem de Göztepe'de.
Avrupa yakası?
- Yok, denedik, ağzımızın payını aldık, geri geldik. Biz sosyetik hayatı yakalayamıyoruz. Bize gelmiyor. Geleneksel bir aileyiz, kandiller, bayramlar önemli, akrabaların birbirine yakın oturması önemli. Anadolu yakası bize daha uygun, daha rahat ediyoruz...
İnsanlar sizi sokakta görünce durduruyor mu?
- Sokağa çıktığım filan yok. Sokağa çıkmış halim, arabada bir yerden bir yere giderken. Zaten üç gün İstanbul dışındayız turnede, sonra Komedi Dükkanı, film, reklam...
Eve geldiğinizde yorgunluktan hemen devriliyor musunuz?
- Biraz öyle oluyor. Geçenlerde Özge fırça çekti, "Bu çocuklar seni istiyor!" dedi. Evet her şeyi çocuklar için yapıyoruz ama çocukların bizi gördüğü yok. Ama bizim meslek de muhasebecilik gibi bir şey değil. Her şeye birden yetişmeye çalışıyoruz. Zor. Özge'ye de üzülüyorum, balayı bile yapamadık daha, iki çocuğa bakıyor ve garibim 26 yaşına daha yeni girdi...
Komedi Dükkanı kimin fikriydi?
- Ben geliştirdim fikri. Benim formatım.
Bu kadar başarı elde edeceğini düşünüyor muydunuz?
- Estağfurullah.
Neden hep estağfurullah diyorsunuz?
- Bir sakıncası mı var? Estağfurullah, unutulmaya yüz tutmuş, şahane bir sözcük. Unutulmasın. Hem ben kendiyle övünen insanları sevmem.
Ayşe Arman/Hürriyet